Politik Psikoloji Perspektifinden Toplumsal Olaylar ve Haksızlıklar: Sessiz Kalmanın Psikolojik Sonuçları
Toplumsal olaylar ve haksızlıklar karşısında bireylerin ve toplumların verdikleri tepkiler, politik psikolojinin temel çalışma alanlarından biridir. Politik psikoloji, bireylerin siyasi olaylara yönelik tutumlarını, algılarını ve davranışlarını psikolojik kuramlar çerçevesinde inceler (Jost & Sidanius, 2004). Bu bağlamda, toplumsal adaletsizlikler karşısında sessiz kalmak veya tepki göstermek, bireysel ve kolektif psikolojiyi derinden etkileyen faktörlerdir. Özellikle otoriter rejimlerde veya baskıcı toplumsal yapılar içinde bireylerin sessiz kalmayı tercih etmeleri, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli psikolojik sonuçlar doğurabilir (Staub, 2011).
Toplumsal Haksızlıklara Karşı Sessiz Kalma ve İtaatin Psikolojisi:
Bireylerin toplumsal adaletsizlikler karşısında sessiz kalmasının nedenlerinden biri, sistemin kişiler üzerindeki psikolojik baskısıdır. Milgram’ın (1963) ünlü otoriteye itaat deneyi, kişilerin otoriter figürlere karşı nasıl boyun eğebildiğini göstererek, politik sistemlerin bireyler üzerindeki etkisini anlamamıza katkı sağlamıştır. Milgram, kişilerin, otoritenin emirleri doğrultusunda ahlaki kaygılarını bastırarak eylemde bulunabileceklerini ya da sessiz kalabileceklerini göstermiştir. Toplumsal adaletsizlikler karşısında suskunluk, bireylerin otoriteye olan bağımlılıklarını ve korkularını yansıtabilir.
Bununla birlikte, Zimbardo’nun (1971) Stanford Hapishane Deneyi, bireylerin belirli roller içinde güç dinamiklerine nasıl adapte olduklarını ve baskıcı sistemlerin pasifize edici etkisini ortaya koymuştur. Otorite ve toplumsal normlar, bireyleri, haksızlıklara karşı çıkmak yerine uyum sağlamaya yönlendirebilir (Zimbardo, 2007). Bu durum, kişilerin sessiz kalmasını veya adaletsizlikleri içselleştirmesini teşvik eden psikolojik mekanizmalar arasında yer alır.
Damgalama, Korku Kültürü ve Otosansür:
Toplumsal olaylar ve adaletsizlikler karşısında sessiz kalmanın bir diğer önemli nedeni, damgalama korkusudur. Damgalama Kuramı (Goffman, 1963), kişilerin, belirli sosyal gruplara ya da ideolojilere dahil olduklarında toplum tarafından dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalabileceklerini öne sürer. Politik konulara dair eleştirel görüşler dile getiren bireylerin sosyal ya da hukuki yaptırımlara maruz kalma korkusu, otosansürü beraberinde getirir (Scheufele & Moy, 2000).
Özellikle totaliter sistemlerde kişiler, devlet veya toplum tarafından cezalandırılma korkusuyla kendi düşüncelerini sansürleme eğiliminde olabilirler. Noelle-Neumann’ın (1974) “Suskunluk Sarmalı” Kuramı, bireylerin, çoğunluğun görüşüne aykırı düşüncelerini açıklamak yerine susmayı tercih ettiklerini ortaya koymuştur. Bu süreç, adaletsizliklerin sürdürülmesini kolaylaştıran bir mekanizma haline gelir.
Kolektif Travma ve Öğrenilmiş Çaresizlik:
Toplumsal olaylar ve haksızlıklar karşısında kişilerin ve grupların pasifleşmesinin bir diğer sebebi, öğrenilmiş çaresizliktir. Seligman (1975), kişilerin tekrar eden olumsuz deneyimler karşısında kontrol duygularını kaybederek eylemsiz hale gelebileceğini belirtmiştir. Özellikle uzun yıllar boyunca baskıcı rejimler altında yaşayan toplumlarda, bireyler zamanla adaletsizliklere karşı harekete geçmenin anlamsız olduğuna inanabilir ve pasif bir tutum sergileyebilirler.
Bununla birlikte, kolektif travma kavramı, geçmişte yaşanmış kitlesel şiddet olaylarının ve baskıların, toplumun psikolojisini nasıl etkilediğini açıklar (Alexander, 2012). Travmatik olaylar, sadece doğrudan mağdurları değil, sonraki nesilleri de etkileyerek adaletsizliklere karşı çıkma kapasitesini zayıflatabilir.
Psikolojik Dayanıklılık ve Toplumsal Mobilizasyon:
Ancak, her ne kadar baskıcı sistemler bireyleri sessizleştirmeye çalışsa da, toplumsal hareketler ve dayanışma mekanizmaları, kişilerin psikolojik dayanıklılıklarını artırarak kolektif eyleme geçmelerini sağlayabilir. Freire (1970), “Özgürlüğün Pedagojisi” adlı eserinde, kişilerin bilinçlenerek sistematik baskılara karşı mücadele etmelerinin önemini vurgulamıştır. Politik psikoloji, bireylerin bu tür kolektif eylemler yoluyla güçlenebileceğini ve adaletsizliklere karşı mücadele edebileceğini öne sürer.
Tarihte, sivil haklar hareketi (Martin Luther King Jr.), kadın hakları hareketleri ve LGBTİ+ direnişleri gibi kolektif hareketler, kişilerin sessizliği kırarak adalet talep etmelerini sağlamıştır. Özellikle sosyal medya çağında, bireyler, dijital aktivizm yoluyla daha geniş kitlelere ulaşabilmekte ve seslerini duyurabilmektedir (Tufekci, 2017).
Sonuç: Sessizliğin Aşılması ve Kolektif Bilinç
Toplumsal olaylar ve haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, bireysel ve toplumsal düzeyde ciddi psikolojik sonuçlara yol açabilir. Politik psikoloji, bu sessizliği anlamak ve aşmak için bireylerin bilinçlendirilmesini, kolektif hareketlerin desteklenmesini ve dayanışma ağlarının güçlendirilmesini önerir. Sessizlik, yalnızca baskıcı sistemlerin devam etmesini sağlarken, bilinçli direniş ve kolektif eylem, adaletin sağlanmasında kritik bir rol oynar.